Friday, December 30, 2005

Istanbul (28-12-2005)

Donuste Kadikoy'den Besiktas vapuruna bindim. Saat 16.15 ti ve gokyuzu artik bulutlanmis, gunes yavas yavas batmaya baslamisti.Ilik bir ruzgar vardi, gokyuzu de oyle guzeldi ki kapali bolume gecmek istemedim. Vapurun iki ucu arasinda mekik dokudum. Kah Haydarpasa'ya dondum yuzumu, martilari seyrettim, kah adalara baktım, uzaklari dusundum.


Wednesday, December 28, 2005

Trize

Dun sabah uyandigimda piril piril gokyuzu icimi sevincle doldurdu.
Soguk gecen gunlerden sonra hava birden isinmisti.
Tijen ve Basak'la bulusup Goztepe, Karanfil Sokak'taki Trize'ye gittik.
Trize, Rizeli Basar ailesinin islettigi bir lokanta. Anne Resmiye Hanim, baba Tanil Bey ve ogullari Kerem ve Cem Bey'lerle tanisma ve sohbet etme firsatimiz oldu.
Basar ailesi yoresel Karadeniz tatlarini Istanbullulara tanitmayi, sevdirmeyi amaclamis. Karalahana dolmasi,hamsili ic pilav, hamsili misir ekmegi,laz boregi, gullu baklava, fistik helvasi, cevizli burma gibi ilginc spesiyaliteleri var ve her sey birbirinden lezzetli.
Ev tarhanasi, eriste, tam bugday unu, tam bugday ekmegi ve Karadeniz yöresinin olmazsa olmazlarindan misir ekmegi de sattiklari urunler arasinda.


Fotograf: Basak Gurbuz Derman, Gullu Baklava

Gullu Baklavaya ilk defa burada rastladım. Basar Bey, gul seklinin Anadolu'da kullanildigini soyledi. Ancak baklavanin icinde gul yapragi kullanmak kendi fikirleriymis. Cok da hos olmus dogrusu, baklavayi yerken cok guzel bir gul rayihasi aliyorsunuz.

Basar ailesine ikramlari ve misafirperverlikleri icin cok tesekkür ederim.
Trize'yle ilgili daha detayli bilgi icin Basak'in Lezzetin İzinde adli guncesini ziyaret edebilirsiniz.

Friday, December 16, 2005

Richard Brautigan

Soner'le yeni tanistigimiz, birbirimizi yeni yeni tanidigimiz gunlerdi.
"Richard Brautigan" diye bir yazardan bahsediyordu bana. Ne duymus,ne de kitaplarini gormustum.
Soner, "Karpuz Sekerinde" adli kitaptan bahsediyordu en cok ya,YKY'den cikmis bu kitabi bulamamistim, baskisi coktan tukenmisti.

"Kürtaj" ve "Yani Rüzgar Herseyi Alip Goturmeyecek" adli kitaplarini almis ve cok sevmistim.
Zaman icinde diger kitaplarini da, kizi Ianthe Brautigan'in yazdigi kitabi da edinip okuduk, Soner'le beraber.


Richard Brautigan,kiziyla beraber

Her bir kitabini farkli nedenlerle severim Brautigan'in.
Bazi hikayeleri, siirleri müthis bir hayal gucunun urunuyken, bazilari eglencelidir. Bazisi huzunludur, bazisinda ise keskin bir zekaya rastlarsiniz.
Ne olursa olsun, Brautigan'in kitaplarini karistirmak, bir kac satir da olsa okumak, kendimi daha iyi hissetmemi saglamistir hep.
Yaklasik bir yildir kendi esyalarimizdan, dolayisiyla kitaplarimizdan ayri kaldigimiz icin, bugunlerde onlari yeniden kesfediyorum.
Elimin altinda bir yere koydum Brautigan'in kitaplarini, ara sira karistiriyorum.

Please Plant This Book, Richard Brautigan

Thursday, December 08, 2005

El Salvador'dan

Gectigimiz haftasonu Soner, San Salvador'da bir rehberle cevreyi dolasmis.



Yemyesil bir ulke, tropik bitkiler, rengarenk kuslar...
Yazik ki dunyanin her yerinde oldugu gibi, burada da tarim alanlari ve ormanlar yok edilerek bunlarin yerine siteler ve alisveris merkezleri insa ediliyormus.









Hindistan cevizi saticilari






Sehre donecek olursak...



burasi Amerika'nin bir eyaleti gibiymis. Alisveris merkezleri,genis yollar, buyuk otomobiller...





Zenginlerle fakirlerin arasinda ise muazzam bir ucurum varmis. Ulkede suc orani oldukca yuksek ve hirsizlik da cok yaygin oldugundan butun alisveris merkezlerinin, dukkanlarin onunda tufekli(!) guvenlik gorevlileri varmis.

....

Yaklasik 2,5 aylik bir aradan sonra yeniden yazabiliyorum.

Karaburun'dan sonra İstanbul'a donduk; birkac gun kalip Antalya'ya gectik. Yazin son gunleriydi, hava cok guzeldi. Bol bol yuruyus yaptik, denize gittik, dinlendik.
10 gunluk Antalya gezimizin ardindan İstanbul'a donduk. 1-2 gun sonra bu kez trenle Eskisehir'e gectik. Sonbaharda trenle yolculuk yapmak cok zevkliydi. Yesilin,sarinin binbir tonu ilik sonbahar gunesinde parildiyordu. Eskisehir'de arkadaslarimizi ziyaret edip yeniden İstanbul'a donduk.
Kafamizin karisik oldugu, zor gunlerdi.
Yola nasil devam edecektik ?
Sonunda en azindan bir yerde kurulu bir duzenimiz, yerlesik bir evimiz olsun istedik ve İstanbul'da bir ev kiraladik.
Yaklasik 2 hafta sonra Soner, El Salvador Ericsson'dan gelen bir is teklifini kabul ederek 25 Kasim gunu, 3 ayligina El Salvador'un baskenti San Salvador'a uctu.

Tuesday, September 27, 2005

Karaburun

15 Eylül günü Cezayir'den İstanbul’a döndük. Böylece bir yillik Cezayir maceramizi noktalamis olduk. Bugünlerdeyse yeni arayislar icindeyiz.

*

İstanbul’da birkac gün dinlendikten sonra İzmir’e gectik. İzmir’den de Karaburun’a.
Karaburun, İzmir merkeze 100km. uzaklikta. Minibüse atlayip sahilden yavas yavas yol aliyoruz. Zeytin agaclariyla kapli tipik Ege köylerinin icinden gecerek iki bucuk saat sonra Karaburun’a variyoruz.
Mordogan- Karaburun arasi oldukca virajli bir yol. Bu yüzden olsa gerek, bakir kalmis bir bölge burasi. Denize sifir kucuk bir pansiyonda kaldik. Verilen hizmetten pek memnun olmasak da dalgalarin sesiyle uyanmak, piril piril denizden baska bir sey gör(e)memek kadar insani dinlendiren cok sey yok sanirim.



Kiyidaki cardagin altinda saatlerce oturup kitap okuduk. Bugünlerde Soner, Louis Breger'in Freud biyografisini okuyor. Ben de mübadeleyle ilgili iki kitap , Biz İstanbullular Böyleyiz ile Haciustalari okudum oradayken.

Karaburun oldukca büyük bir yarimada. Tam karsisinda Foca yarimadasi, batisinda ise Midilli adasi yer aliyor.
Kiyi boyu yazlik evler, siteler. Köylerse, genelde ic kesimlerde, daglarin yamaclarinda.
Birlikte köyleri gezebilecegimiz birisi olup olmadigini sordugumuzda bizi Sonia'ya yönlendirdiler .
Sonia, yaklasik 6 yili Karaburun'da yasayan bir Belcikali.
Planimiz yarimadanin dogusunu gezmek. Önce Saipalti köyüne gidiyoruz. Pek cok Ege köyünde oldugu gibi buralarda da Rumlar yasiyormus zamaninda. Oradan Ambarseki köyüne geciyoruz. Köy kahvesinde Sonia bize Karaburun’un tarihini, cografi özelliklerini, geleneklerini anlatiyor.

Eskiden korsanlar halkin mallarini yagmaladigi icin, köyler gizli noktalara kurulmus. Coğu köy denizden bakılınca görünmüyor ama köyden bakınca denizi görebiliyorsunuz. Eski Mordogan köyü de bunlardan biri. Biz gelmeden az önce yagmur yagmis, topraktan mis gibi kokular yükseliyor.

Eski Mordogan köyünden

Zeytin, incir , nar , narenciye agaclariyla kapli her yer. En önemli geçim kaynaklarindan biri zeytincilik. Bunun disinda eskiye göre cok daha az olmakla beraber üzümcülük de yapiliyormus. Yavas yavas organik tarima da geciliyor. Eglenhoca köyünde bir organik zeytinyagi fabrikasi kurulmus.

Eski bir Rum evi

Sonia, Karaburunlu kadinlarin agroturizmle ilgili calismalarindan bahsediyor. Kendisi de bir dönem bu projenin koordinatorlügünü yapmis. Karaburunlularin gelecege dair planlarindan, calismalarindan bahsediyor. Köylerin tertemiz havasi, yemyesil daglar, piril piril gökyüzü cezbediyor bizi. “Karaburun’dan ayri gecirdigim her gün benim için bir kayip” diyor Sonia. “Burada 24 saat yetmiyor bana, yapacak oyle cok sey var ki... Gidilecek, görülecek yeni yerler, arastirilacak konular, yapilacak isler...”

Not:Blogger'da olusan bir problem nedeniyle su an tüm fotograflari yükleyemiyorum.

Monday, September 12, 2005

Tipaza

Cuma sabahi piril piril gökyüzünü görünce, erkenden sehrin batisina, sahile gitmeye karar verdik. Mayolari, havlulari cantaya atip yola koyulduk.
Sehre 25-30 km uzakliktaki Sidi Fredj, Zeralda ve Club des Pins'i geçince Cezayir il sinirina geliyoruz. Otobandan cikip tek seritli sahil yolundan, köylerin, kasabalarin icinden gecerek ilerliyoruz.
Deniz kiyisinda ne oteller ne de yazlik siteler var. Yolla denizin arasi tarlalarla kapli. Sazliklarla cevrilmis tarlalar, yer yer denizi görmemize engel oluyor. Yol boyu, ekmek, incir, balkabagi, yesillik satan köylü cocuklar...
Saat 9.30 civarinda Tipaza'ya ulasiyoruz. Burasi, tarihi Romalilara dek giden cok eski bir yerlesim merkezi. Tipaza, Fenikeliler tarafindan kurulmus. Roma Imparatorlugu zamaninda ise Kuzey Afrika'da Kartaca'dan sonra gelen en büyük sehir. Burada yetistirilen bugday, bakliyat,incir,üzüm ve zeytin Imparatorlugun önemli gelir kaynaklarindanmis.
Roma Imparatorlugunun gerilemesiyle beraber Tipaza da gözden düsmüs. 7.yüzyilda Araplar sehri ele gecirdiklerinde Tipaza o kadar kötü bir haldeymis ki, sehre Arapca'da "yikinti" anlamina gelen "Tefassad" adini vermisler.
Arabayi uygun bir yere park edip önce limana sonra da müzeye gittik.



Tipaza'daki kalintilar 1982 yilinda Unesco tarafindan koruma altina alinmis. Sehrin müzesi de yine Unesco'nun katkilariyla kurulmus. Burada 2000 yil önceden kalan cam ve seramik esyalar, canaklar, tabaklar, oyuncaklar, bronz esyalar, sikkeler ve mozaik tablolar sergileniyor.
Mozaiklerden biri özellikle dikkat cekiciydi. "Pax et Concordia" adli tablo mavili,kirmizili pek cok göz alici renkle bezenmisti. Gercek güzelligini yansitmasa da internette tablonun bir fotografini bulabildim.
Müzeden sonra Cherchell istikametinde yola devam ediyoruz. Burasi da dogasi, plajlari ve saraplariyla ünlü bir baska sehir.




Saat bir civarinda yeniden Cezayir istikametine dönüyoruz. Bu kez Soner, Corne D'Or adindaki tatil koyune gitmemizi öneriyor. Arkadaslarindan, yemyesil agaclar icinde altin sarisi kumlari, tertemiz masmavi deniziyle cok güzel bir yer oldugunu ogrenmis. Bense hem bahsedildigi gibi bir yer oldugundan hem de burayi bulabilecegimizden supheliyim. Daha once tavsiye uzerine gittigimiz yerler, Turkiye'yi bilen bizim gibileri icin, beklentileri karsilamanin cok uzagindaydi.
Burada isletmeler yollara yönlendirici levhalar koymuyorlar. Bunun ilk akla gelen nedeni turizmin gelismemesi olsa da, asil nedenin güvenlik kaygisi oldugunu dusunuyoruz. Bir bilenle gitmiyorsaniz eger, aradiginiz yeri bulma sansiniz cok düsük.
Birkac kisiye sorup tarif ettikleri dogrultuda gitmemize ragmen sonuc alamiyoruz. Tam eve dönmeye karar vermisken bir an, paralel yolda agaclarin arasinda bir tabela ilisiyor gözüme: Corne D'Or. Ileriden geri dönüp aradigimiz yere ulasiyoruz nihayetinde. Kapida guvenlik gorevlileri, gelenlerin kim olduklarini, ne amacla geldiklerini anlamak icin sorular soruyorlar. Iceri girebilecegimizden emin degiliz,
onumuzde iki cezayirli genc erkegin bulundugu arac geri cevriliyor. Sira bize gelince gorevliler ikna oluyorlar ve iceri aliniyoruz.
Cam agaclarinin icinde kücücük bir tatil köyü. Mavi ile yesilin insana yasama sevinci veren birlikteligi...Iste tam aradigimiz gibi bir yer...
Bir yarimadanin burnuna kurulmus burasi. Iki kücük koydan denize girilebiliyor. Birer bira icip yorgunlugumuzu attiktan sonra Akdeniz'in serinligine birakiyoruz kendimizi.
Saat beste eve dönmeye karar veriyoruz. Tam anayola cikarken polis durduruyor. Hatali oldugumuzu, tali yoldan anayola cikilmamasi gerektigini söyleyip ehliyeti ve ruhsati istiyor. Ehliyete bakinca "Türkiya" diyor gülümseyerek ve ceza kesmiyor. Cezayirliler Osmanli Imparatorlugu döneminden kalma bir sempati duyuyorlar Türklere karsi. Dedeleri, atalari Türk olan pek çok Cezayirli var. Kizlarina "Türkiya", "Istanbul" gibi isimler veriyorlar.
Dönüs yolu kalabalik. Sabah ve ogle saatlerinin sessizligi, sakinligi Cuma namazinin bitiminde sona eriyor, yerini her zamanki kaotik ortama birakiyor. Sabahleyin bir saatte aldigimiz yolu bu kez iki saatte kat ederek eve variyoruz.

Ingiliz yazar Geoff Dyer 'in Albert Camus'nün " Return to Tipaza" adli yazisina istinaden yaptigi Tipaza'ya yaptigi geziyle ilgili yazisi

Tuesday, August 30, 2005

Hydra sokaklari

Cuma sabahi (burada hafta sonu persembe-cuma) erkenden kalkip yasadigimiz semt Hydra'da yürüyüse ciktik. Sicak bastirmadan, yollar otomobiller tarafindan isgal edilmeden yola koyulduk.
Baskent Cezayir'in eski fotograflarina bakinca sehrin son elli yildir pek degismedigi anlasiliyor.


Burada günlük hayatla ilgili pek cok düzenlemede Fransiz sistemi esas alinmis. Paris sehri nasil idari olarak "arrondissement"lara ayrilmis ise baskent Cezayir de "arrondissement"lara bölünmüs. Bu sisteme göre, Hydra ve cevresi de 13. "arrondisement"i olusturuyor.




Cezayir'in Fransiz isgali altinda oldugu yillarda burada dogan, burada yasayan Fransizlara "pied noir" diyorlar,"kara ayak". "Pied-Noir"larin icinde en taninmisi Albert Camus. Ancak Camus, Bagimsizlik Savasi'nda Fransizlari desteklediginden dolayi Cezayir'de pek sevilmiyor.

1926'da Cezayir nufusunun %15ini "pied noir"lar olusturuyormus. Fransiz nüfusu belli sehirlerde, özellikle Oran , Annaba, Sidi Bel-Abbas ve baskent Cezayir'de yogunmus.
1962'de Cezayir bagimsizligini kazaninca ülkeyi terk etmek durumunda kalmislar. Yaklasik 100.000 "pied noir" Cezayir'de kalmayi tercih ettiyse de Fransa'ya gidis 60li 70li yillar boyunca devam etmis. 198Olere gelindiginde Cezayir'de kalan "pied noir" sayisi 1000-2000 civarindaymis.
Dogum-evlilik vs ile ilgili belgelerini dahi alamadan buradan ayrilmak zorunda kalanlar Fransa'ya vardiklarinda Fransiz olduklarini ispat edememisler. Sonunda, 1970 yilinda Fransa hükümeti Cezayir hükümetinden, Fransizlara dair tüm kayitlarin verilmesini istemis ancak köylerde tutulan kayitlarin eksik olmasi yüzünden bugün bile kimliklerini ispat edemeyenler varmis.



Hydra, büyükelciliklerin yogun oldugu bir bölge. Bu yüzden özellikle 90li yillardaki ic savas süresince sehrin en güvenli semtlerinden biriymis burasi.

Genelde bu civarda bahceli müstakil evler, üc dört katli apartmanlar var. Bazi evlerin kapilari özellikle dikkat cekici.







Bizim en begendigimiz evlerden biri asagidaki.

Wednesday, August 24, 2005

Gokyuzu


Fotograf: 22-08-2005

Soner 2004 yilinin Ocak ayinda iki haftalik bir is icin buraya ilk gelisinde, hic unutmuyorum, telefonda bana gokyuzunun ne kadar genis, mavinin ne kadar parlak oldugunu anlatmisti. Bugunlerde gokyuzu piril piril. Her sabah, uyanir uyanmaz balkona cikip doyasiya gokyuzune bakiyoruz.



Fotograf: 17-08-2005

*

Bu aksam Robert Wyatt'i dinledik. - Solar Flares Burn For You -

Friday, August 19, 2005

Kirmizi çiniler

Murat Belge'nin kitabinda kirmizi cinilerin anlatildigi bolum ilgi cekiciydi.


"Kanuni saltanatinin ilk bir kac yilina rastlayan en onemli olay kirmizi rengi uygulama yonteminin bulunmasidir. "Mercan" ya da "domates" kirmizisi dedigimiz bu renk Bati'da "Armenian" veya "Dogu" hatta "Antwerp" kirmizi olarak da bilinir. "Ermeni" denmesi, Iznik'te bulusu yapan ustalarin Ermeni olmasindan ileri geliyor olabilir.

Kirmizi cok temel bir renk, hele bu gibi susleme islerinde carpiciligi nedeniyle cok onemli oldugu icin, eksikligi de herhalde cok hissediliyordu. Ama bu sanatta bu rengi uretmenin buyuk teknik zorluklari vardi. Nitekim soyle altmis, yetmis yil sonra kirmizi ciniler kaybolup gitti ve bir daha bu nitelikte kirmizi uretmek mumkun olmadi. Bunun en akla yakin aciklamasi, teknigi bulan ustanin sirrini kiskanclikla saklamasi ve onunla birlikte ölüp gitmis olmasidir.





Iyi bir rastlanti sonucu Kanuni Suleyman'in gorkemli saltanati, Iznik atolyelerinde kirmizi rengin bulunmasi ve Mimar Sinan'in uzun hayati bulustular. Boylece Osmanli mimarlik tarihinin en guzel binalarini, cinicilik tarihinin en parlak ornekleriyle suslemek mumkun oldu. Sehzade turbeleri , Rustempasa ve Sokollu camileri , Suleymaniye ve Ayasofya turbeleri , Piyalepasa, Atik Valide ve Kilicalipasa camileri gibi bircok binada, biraz daha kiyida kosede kalan Takkeci Ibrahim Aga Camii'nde, boyle cinilere sahip olacagini hic beklemeyeceginiz Ramazan Efendi Mescidi'nde, Topkapi Sarayi'nin 3.Murad Has Odasi'nda ve tabii Edirne'deki Selimiye'de bu tarihin en guzel orneklerini gormek mumkundur."


Fotograf : Rustempasa Camisi,Kaynak: ARCHNET

Wednesday, August 17, 2005

Tarih



Resim: Mehmed Siyah Kalem


Istanbul'a son gidisimizde aldigimiz kitaplardan biri, Murat Belge'nin son kitabi Osmanli'da Kurumlar ve Kultur (Istanbul Bilgi Universitesi Yayinlari) idi. Yaklasik 500 sayfalik bu kitap, kendi icinde 3 bolumden olusuyor.

Birinci kitap Kronoloji'de, Osmanli'nin kurulusundan baslayarak 19.yuzyilin basina kadar gelisen olaylar anlatiliyor.
İkinci kitap Kurumlar'da , Hanedan , Divan-i Humayun , Seyfiye, Bahriye , İlmiye, Kalemiye , Toplum ve Ekonomi ele aliniyor.
Ucuncu kitap Kultur'de ise Osmanli doneminde Bilim ve Felsefe , Mimarlik ve Kentlesme , Edebiyat , Musiki ve Susleme Sanatlarina yer veriyor.

Aslinda bu bir ders kitabi. Bilgi Universitesi'nin yeni kuruldugu donemde , universitede henuz bir Tarih bolumu yokken ogretim uyeleri, ogrencilerin tarih bilgisini zayif bulduklari icin ek bir tarih dersi konmasini kararlastirirlar. Murat Belge de bu ise talip olur ve bir kac yil ust uste Osmanli tarihi dersi verir. Iste kitap, o ders notlarinin desifre edilmesiyle olusmus. Ancak bildigimiz "ders kitap" larindan cok farkli elbette.

Murat Belge, kitabin onsozunde de belirttigi gibi alisageldigimiz "mufredat"tan ve "resmi Osmanli tarihi" nden cok farkli bir anlayisla yaklasiyor konuya.
Daha ilk sayfalardan itibaren bazi kavramlarin , yillarca beynimize nasil yalan yanlis bir sekilde kazindigini fark ediyoruz. Sorgulayiciliktan uzak bir egitim anlayisi icinde , hangi savasin hangi yilda oldugu , savasin sonundaki anlasma maddelerinin neler oldugu ezberletilir de , ornegin 600 yillik bu imparatorlugun, hanedanin surekliligini nasil saglayabildigi , Osmanli toplumunun nasil bir toplum yapisina sahip oldugu soz konusu bile olmaz bizde.

"Bu kitabin bir merak uyandirarak , okuru konunun daha yetkin eserlerine yonlendirmesini istedim." diyor Murat Belge onsozde. Nitekim her bolumun sonunda, ileri okumalar icin bir kaynakca listesine yer vermis.

Kitabin akici bir sekilde okunmasinin ardinda yatan en onemli unsur , Murat Belge'nin kendine ozgu uslubu. Bir konuyu, ustelik Osmanli tarihi gibi girift bir konuyu sarih bir sekilde anlatabilmek ayri bir ustalik.
Kitabin fiyati biraz pahalica ( 65 YTL ) ama kesinlikle deger. Ufuk acici , etkileyici bir tarih kitabi.

Saturday, August 13, 2005

Balkon



Resim : Balkon am Gardasee (Bernd Schmidt)

Dun gece ARTE yine televizyonun karsisina kilitledi bizi. Bazi geceler, Soiree Thema adi altinda belli bir tema seciliyor ve secilen temayla ilgili belgeseller, filmler, forumlar yayinlaniyor. Dunku tema da, "balkon ve teras"tı.
Ilginc bir konumu var balkonun. Evin hem icinde, hem disinda. Gozlerden irak bir yer sunar size ya sokaktan gecen biriyle ya da karsi balkondakilerle gozgoze gelebilirsiniz her an.
Gerci balkonunu kullan(a)mayan, ona bir kiler, hangar gibi muamele eden, kapattiran, odasini genisletmeye,yer kazanmaya bakan da coktur ama onlari kendi hallerine birakalim, " balkoncu " lara bakalim biz. Enis Batur'un deyimiyle "dus odasi " sidir balkonlar; dunku belgesellerde de New York'tan, Barselona'dan, Paris'ten, Berlin'den, Fas'tan yaratici dusculer vardi. Balkonunu, terasini bahceye cevirenler, terasina projektor yerlestirip film gosterimi yapanlar,konser verenler...

Yaz gunlerinin en buyuk keyiflerindendir yenice yikanmis,serinlemis bir balkonda oturmak , sohbet etmek ; bir bahar gunu disarida sakir sakir yagmur yagarken balkonda cay icip yagmuru seyretmek , geceleri ay' a,yildizlara, ruzgarin oradan oraya surukledigi bulutlara bakmak.

Sahi, balkonlara bakarak o evlerde yasayanlarla ilgili az cok tahmin yurutmek mumkun mudur?

Kanser

11 Agustos 2005 tarihli Radikal gazetesinde bir haber vardi.

"Kanser vakalarının yuzde 35'inin beslenmeye bagli olduguna dikkat ceken Saglik Bakanligi Kanserle Savas Dairesi Baskanligi, sismanlarda kanser riskinin iki kat daha fazla oldugunu acikladi."

"Kanserle Savas Dairesi" tamlamasini gorunce bir an durup dusundum. Gectigimiz gunlerde okudugum satirlari animsadim.

"Hastaliklar ve onlarin tedavilerine yakistirilan metaforlarin hepsi,esit derecede igrenc ve tahrif edici degildir. Benim yok edilip silndigini gormeyi en cok (AIDS'in ortaya cikisindan beri daha da cok)istedigim metafor, askeri metaforlardir. Onun karsiti olan, tibbi kamu sagligi modeli de , sonuclari bakimindan herhalde en az onun kadar tehlikeli ve kapsamlidir, cunku boyle bir yaklasim yalnizca otoriter yonetimlere inandirici baski uygulama bahaneleri saglamakla kalmaz, ayni zamanda, ustu kapali bir sekilde devlet destegine sahip baskilar ve siddetin gerekliligini de akla getirir. Gelgelelim askeri imgelerin saglik ve hastalik uzerine dusunmeye etkisi de onemsiz sayilamaz. Askeri imge ve metaforlar herseyin velveleye verilmesine yol acar,tanimlari asiri derecede abartir ve hastalarin toplumdan afaroz edilip damgalanmasina ciddi derecede katkida bulunurlar."

Metafor olarak Hastalik, Susan Sontag (Cev. Osman Akinhay) Agora Kitapligi

Wednesday, August 10, 2005

Ruzgara dair

Ruzgarin ugultusuna uyandim dun gece. Gunes cekilir, ay dogar , gecenin koyu karanligi icinden kuvvetli bir ruzgar cikar bazen burada. Gunduz yaprak kipirdamamistir oysa. Gece , sanki ruzgari dogurmus ona emretmis gibidir. Oyle sert, oyle hoyrat eser ruzgar , savurur. Vaktiyle korsan denizcilerin bu topraklardan cikmis olmasi, bilmem bundan midir?
O ugultu, dokulen yapraklarin hisirtisi , carpan kapilar , pencereler , sokaga atilmis bir plastik sisenin oradan oraya yuvarlanarak cikardigi ses , bir de havanin bu ani degisiminin bende yarattigi tedirginlik, uykumu kacirdi. Kalktim , salona gectim. Bir kitabin sayfalari arasinda gezinirken sessizlik sardi her yani yeniden. Ruzgar, soyleyecegini soylemis gitmisti.
Bu ruzgarli gecelerin sabahinda ,balkonda , kaldirimlarda , arabalarin ustunde incecik bir kum tabakasi goruruz. Ruzgar, ardinda biraktigi kumu colden mi tasimistir buralara?
Bazen, ruzgarin ardindan incecik bir yagmur ciseler, gecer. Ruzgar bulutlari dagittiysa eger, sabaha piril piril olacaktir gokyuzu. O masmavi genislik, yasama sevinciyle dolduracaktir icimizi.

Monday, August 08, 2005

Modigliani

John Berger'in Selected Essays kitabinda Modigliani ile ilgili makaleyi okudum bugun.Sonra da internete girip Modigliani'nin resimlerine baktim, uzun uzun seyrettim naif,dalgin Modigliani kadinlarini.
Modigliani, resimlerinde ve heykellerinde gozleri silik tutuyor,belli belirsiz ciziyor.Bir rivayete gore bunun sebebi, bir kadinin gozlerini resmedebilmek icin onu cok yakindan tanimak gerektigine inanmasiymis.



Sunday, July 31, 2005

Natacha Atlas konseri

Cezayir'e geldigimizden beri dunya muzikleri daha cok ilgimizi cekiyor. Bir suredir burada yasamamizin, zaman zaman ARTE'de yeryuzunun degisik bolgelerinden muzisyenleri seyretmemizin,farkli kulturleri tanima arayisi icinde olmamizin buyuk etkisi var.
Burada da Kabil bolgesinden ( Cezayir'in kuzeydogusu, Berberilerin yasadigi bolge ) pek cok muzisyen tanidik, dinledik. Ne zamandir bir konsere gidelim diyoruz ama bir turlu denk gelmiyordu. Ya haberimiz olmuyor - burada cok iyi duyuru yapilmiyor maalesef- ya da biletler tukenmis oluyor - askeri ve mulki erkana bedavaya dagitiliyormus biletler. Sonunda gecen hafta Natacha Atlas'in gelecegini ogrendik ve bilet almayi basardik. ( Bu arada internette dolasirken gordum, gecen yil Ekim ayinda Babylon'a gelmis N.Atlas ve biletler 33.5 milyon liraymis. Ayiptir soylemesi biletler burada 300 dinardi, yani yaklasik olarak 3 euro)
Babasi Misirli, annesi Ingiliz olan Natacha Atlas, Belcika' da buyumus. Dogu ile Batiyi sentezleyen muzikler yapiyor ve cok etkileyici bir sesi var. Jocelyn Pook adli baska bir muzisyenin grubuyla birlikte cikti sahneye. Bir suredir birlikte calisiyorlarmis. Keman, kanun, darbuka, tef, cello esliginde guzel bir gece gecirdik.
Ilerleyen dakikalarda bir sarki soyledi ki , cok tanidik geldi bize ama bir turlu animsayamadik nerden bildigimizi bu sarkiyi. Butun gece dilimize dolandi durdu.
Bu sabah CDleri karistirken bulduk sonunda. Bizdeki "Desert Blues/Ambiances du Sahara" adli CD' de bu sarkiyi Hamza El Din adli Sudanli bir sanatci soyluyor. Aslinda geleneksel bir sarkiymis bu. Dinlemek isterseniz, tiklayin. Ambiances du Sahara

Saturday, July 30, 2005

Bibik


Bibik hemen her gun yeni seyler ogreniyor, evin yeni bir bolgesini kesfediyor.Dunden beri mutfak masasinin altindaki taburenin ustune zipliyor, saklaniyor, patisiyle dizime vuruyor ve ortuyle oynuyor.

Thursday, July 28, 2005

Naneli Yesil Cay



Fotograf : www.kahina20.six.fr

Gecenlerde Cezayirli arkadasim Rafika'nin evine gittigimde bana bol naneli yesil cay ikram ettiler. Malum havalar sicak,biz de ogrendik nasil yapildigini, son gunlerde Soner'le bol bol naneli yesil cay iciyoruz. Zaten siyah cay pek icilmiyor burada. Marketlerde de ancak Lipton'un poset caylarini bulabiliyorsunuz.
Deniz Gursoy'un Demlikten Suzulen Kultur: Cay(Oglak yay.) kitabinda rastladim: İngilizler 19.yy da Kirim Savasindan sonra Slav pazarini Ruslara kaptirinca yeni musteri bulmak icin solugu Kuzey Afrika'da almislar. Bu nedenle Afrika'nin kuzeyindeki halklar siyah cay yerine yesil cay iciyorlarmus.

Gelelim naneli yesil cayin hazirlanisina.

Kaynadiktan sonra bir kac dakika dinlendirdigimiz suya kisi basi birer cay kasigi yesil cay ve taze nane yapraklari atip demligin kapagini hafif aralik birakiyoruz. Bes dakika sonra cayimiz hazir. İcine taze nane yapraklari attigimiz bardaklarla cayi servis ediyoruz.
Buralilar, bizim likor bardaklarina benzer ufak bardaklarda iciyorlar cayi. Ve cayi da demligi epeyce yuksege kaldirarak dokuyorlar ki cay dagitilirken oksijenlensin. D.Gursoy bunun da tecrube istedigini soyluyor. "Kuzey Afrika'da demlikteki cay bosaltilmaksizin uc kere dem alinir. Derler ki birinci dem hafiftir,hosgoruyu ve hayati sembolize eder. İkinci dem biraz daha serttir ve sevginin tadini verir. Ucuncu dem ise buruktur ve olumun acisini sembolize eder."

Tuesday, July 26, 2005

Yol bilen kervana katılmaz

Her gün tekrarlanan, her gün tekrarlandığı için her gün yeniden fark edilmek istenmeyen, keşfedilmesi mümkün yanı kalmış olsa bile keşfedilmedik yanıkalmadığı sanılan bir seyrüsefer dizgesi. Sabahla akşam arasi tekrarlanan, boş zamanlari bile tekrar mantığıyla üreten bu hal ve gidişe ayak uydurmamayı seçebilenler küçük bir azınlık oluşturuyor: Sistem'in dışına çıkabilmiş olanlardan söz edilebilir mi, güç, daha çok dışına düşmüş,düşürülmüş olanlarin ayrıldıkları ileri sürülebilir. Çarkin dişlileri öylesine açgözlü biçimde geçmiş durumda ki etlere,tekdüze yaşamdan tek sıyrılabilme bölgesi olarak karşılarına çıkan "izin" dönemlerinde de ( insanlarin biraz olsun yaşamaya hak kazanmalarının sınırlı süreli "izin"lere bağlılıgı acı verici) çoktanseçmeli bir çark bekliyor insanları. "Yol bilen kervana katılmaz." diyor atasözü. İyi ama ne demektir yol bilmek? Kaç kişide nasıl, öğrenme dürtüsü, güdüsü, cüreti bırakıyor Hayat? Yüksek, uçari, uçuk olan değil burada altı çizilen; düşük, düşkün olan da değil : Ortalama bir hayatın kalıbı çatlatılabilir mi? (Enis Batur, Acı Bilgi, YKY)

Göçmüş Kediler Bahçesi'nden



Fotograf : Bibik


Kedilere benzeyebilseydik keske. Öyle diyesim geliyor sik sik, bu son yillarda. Yasadiklari anin iyicene farkindalar gibi. Bir sey bekliyorlarsa bir deligin basinda, onlari oyalayip oradan uzaklastirmak pek güç. Bildikleri bir yerde bildikleri bir is görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince katildiklari (anlayamadigimiz, bakarak da bir ise katilinabilirligidir) o ise sanki ilk kez bakacaklarmis gibi, uyuklamakta olduklari yerden kalkmaga üsenmeden gidip seyrederler yapilanlari... uykularinin hangi katindalarsa, o katin uykusunu yasarlar.
Bizlerse, uydurdugumuz bir zamanla övünürken, her isimizi, her sözümüzü o zamanin akisi içinde ötede, ileride, gelecekte varilacak, bir noktaya varmak üzere yapiliyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte oldugumuz seyi unutuveriyoruz. Bir erege yönelerek, bir erek düsüne kapilarak giderken, sonralari -biz göçtükten sonra- yasamimiz, daha da ileri vararak, yazgimiz adi verilecek bir dizi anin her birinin biricikligini, degistirilemezligini, yerine konmazligini suncacik olsun farketmiyoruz. (bu yasamin bölük pörçük birkaç anisi bir iki yakinimizin belleginde kalabilir ya, bunlarin bir süreklilik, bir anlamlilik tasimis olabileceklerini bilecek tek kisi -kendimiz- yokluga karismis gitmistir artik). "Farketmiyoruz" dedim, meger ki gerçekten sonumuza yaklasmis olalim. Yanilmiyorsam, kimimiz (yolun oralarinda) anlayip ögreniyor kimi seyi: susup dinlemegi örnegin... Yaptigi, gördügü, isittigi her seyin agirligini bir yerlerinde duymagi; bir çocuk gülüsünün, bir günes sizintisinin, bir gözyasinin avuçtaki yuvarlikligini, ferahlatici serinligini, sayisizligini ya da sayiya gelmezligini; mutlulugun, aciyi, sevinci art arda ayirim yapmaksizin yasamak olabilecegini... Hele biraz yaslanilmissa, görülen, isitilen, tadilan her seye, geçmis yasantilarin da gelip desteklik, yastiklik edebilecegini... ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi.(Bilge Karasu-Göçmüs Kediler Bahçesi)

Monday, July 25, 2005

Bibik balkonda


Bu da minik kedimiz Bibik - disi, 3.5 aylik.
Mayistan beri birlikte yasiyoruz. Bazen biz onu egitiyoruz, bazen de o bizi egitiyor.
Biz balkonda otururuz da o merak etmez mi asagida neler oldugunu?

Gokyuzu



Sansimiza,evin onu acik, gokyuzunu , agaclari, kuslari seyredebiliyoruz gonlumuzce. Pek cok kus var burada. Guvercinler, martilar, karatavuklar, hatta bir baykus.

Mutfakta Zen


Bizim evimiz de Fransizlarin insa ettigi 3 katli bir apartmanin 3.katinda.
Ev ogleden sonra cok fazla gunes gordugu icin panjurlari indiriyoruz genelde. Evin bu los halini cok seviyorum.

Rue Didouche Mourad

Alger la Blanche




Iste 9 aydir yasadigimiz sehir, Alger la blanche!
(Beyaz Cezayir)
Burasi baskent Cezayir'in Audin semti.
Kolonyal donemden kalma bu binalarda eskiden Fransizlar yasarmis. Daracik sokaklar,dik yokuslar,merdivenler,mavi ve beyaz ... Simdilerde bu binalarda cok daha fakir insanlar, zor kosullar altinda yasiyorlar. Bu bölge sehrin ticaret merkezi oldugundan,ayrica universite kampusu,bakanliklar vs.den dolayi gunun her saati cok kalabalik. Aksam sekizden sonra ise in cin top oynuyor.Kendinizi tedirgin hissediyorsunuz!

Not: Bu bolge sehrin en kalabalik yerlerinden dedim ya,dolayisiyla kapkacciligin en yogun oldugu bolgelerden ayni zamanda. Dolayisiyla fotograflari arabadan cektik !