Monday, February 27, 2006

Bugünlerde_4


Dün gece, Bedri Rahmi-Eren Eyüboglu ciftinin 1937-1950 yillari arasinda birbirine yazdigi mektuplari okumaya basladim. İs Bankasi Kültür yayinlarindan cikan bu kitabi, ogullari Mehmed Hamdi Eyüboglu yayima hazirlamis.

İlk mektuplarda bir bucuk iki aylik ayriliklarin bile kendilerine göre olmadigini dile getirseler, en kisa sürede kavusmak, "bir yastikta kocamak" isteseler de uzun ayriliklar vardir yazgilarinda.

"Buciskam. Sana cok üzgün olarak böyle bir hayatin hic de bana göre olmadigini söylemek istiyorum. Babamlarda kalirsam, sabahlarimi kaybediyorum. Eger bizim evde kalirsam, canim Buciskam yanimda olmayinca bu sefer de kendimi feci halde yapayalniz hissediyorum. Buna ragmen, her gün evimize ugrayarak kücük bahcemizle ve sevgili kara kedimiz Negüs'ümüzle ilgileniyorum. Simdilik her sey yolunda. Herkes seni kucakliyor, öpüyor. " B.R.

Bedri Rahmi, mektuplarinda "bir aziz tasviri kadar uslu durdugunu" yazsa da, cok sevdigi Buciska'sini, Eren'i aldatir. Buciska kalbi kirik olsa da ölene kadar Gaguli'yle yasar, zor günlerinde ona destek olur.

İki sanatcinin mektuplari, hem yasadiklari dönemin hem de uzun soluklu bir yoldasligin birinci elden tanikligini yapiyor.

"Karadut" gercegi, Can Dündar, Milliyet Gazetesi, 09-03-2004

Monday, February 20, 2006


Igor Bitman,Portrait of Grandmother,1979

Pencere kenarinda, tek basina oturuyor olurdu.
Giris katindaki evin perdesi acik olur, odanin ici görünürdü: Ahsap bir dolap, duvarda siyah beyaz bir kac fotograf.
Yeniköy'den her gecisimizde gözlerimiz o eve takilirdi.
Yasli kadin, orada tek basina, boynunu bükmüs bir cicek gibi hüzünlü, dalgin otururdu.
Bir gün evin artik bos oldugunu fark ettik.

Pazar günü gecerken, onu göremeyecegimi bile bile baktim oraya.
"Yali Emlak" yaziyordu tabelalarda. Yasli kadinin evi, artik bir emlakci olmustu.

Sunday, February 19, 2006

Yürüyüs

Gecen yil, Cezayir'de en cok özledigimiz seylerden biri deniz kenarinda yürüyüse cikmakti. Afrika'nin en önemli limanlarindan biri olan Cezayir limani, öyle büyük bir alana kurulmus, sehrin denizle baglantisini öyle bir koparmis ki, sahilde söyle kisa da olsa bir yürüyüs yapabilmek, denizin kokusunu duyabilmek icin merkezden epeyce uzaklasmak gerekiyordu.Zaman zaman sehir merkezinde yürüyüslere ciksak da, sahilde veya kirlarda dogayla biraz daha yakinlasarak yapilacak yürüyüslerin yerini tutmuyordu hic biri.

Soner'le Ataköy'de oturdugumuz yillarda sahil yolundan Taksim'e kadar yürümeyi hedeflemistik bir kez. Rüzgarli, soguk bir sonbahar günüydü. Bir yerden sonra ayaklarimizda derman kalmamis, Samatya'ya geldigimizde yolun karsisina gecip bir taksiyle eve geri dönmeye karar vermistik. O yarim kalan yürüyüs, böyle uzun parkurlara biraz daha hazirlikli cikmamiz gerektigini ögretmisti bize.
Sonralari küçük termosumuz, icinde suyumuz veya cayimiz, biraz meyve veya birkac kurabiye sirt cantamizdan eksik olmayan seyler arasina girecek, kimi zaman Bogaz'da, kimi zaman Adalar'da kimi zamansa Akdeniz'de,Ege'de ciktigimiz yürüyüslerde bize eslik edecekti.

Birkac yil önce, Kayaköy'de yürüyüse cikmak istedigimiz o günesli bahar gününde, Michel, Ölüdeniz'e inen yolun bir krokisini cizmisti. Büyük Kilise'yi gectikten sonra iki tepenin arasindaki yola cikip oradan devam etmemiz gerektigini söylemis, krokinin üzerine de "sonra problem yok" yazmisti. Levissi'nin Bahceleri'nden cikip yoldaki isaretleri, isaretleri kaybettigimiz yerde ic güdülerimizi takip ede ede birkac saatte Ölüdeniz'e inmistik. Michel ve Figen'le olan irtibatimiz sonradan koptu ama o krokiyi birlikte gecirdigimiz birkac günün anisina hala saklarim.

Ne zamandir yine uzun bir yürüyüse cikmak istiyordum. Gelgelelim son bir aydir göz actirmayan soguk ve kar yüzünden, ancak bugün böyle bir firsat bulabildim.
Önce İstinye'den Rumelihisari'na yol aldim, oradan dönüp bu kez Yeniköy'e kadar gittim. Martilari seyrettim, uzaklara baktim, düsündüm, temiz havayla kucaklasan bedenimi hissettim.

Yarin ilk cemre düsüyor. Baharla birlikte adimlarimiza yeni yollar yaratacagiz demektir bu.

Saturday, February 18, 2006

Kar

Orhan Pamuk okumaya devam.Kar'a baslamak icin ilginc bir zamani secmisim. Kitaba basladigim günlerde bir yandan lapa lapa kar yagiyor, bir yandan din ve düsünce özgürlügü tartismalari bütün dünyada üzücü bir noktaya dogru gidiyordu.

Orhan Pamuk-Tuğrul Eryilmaz söylesisi,Milliyet,24-01-2002
On Trial,Orhan Pamuk, The New Yorker,19-12-2005
Orhan Pamuk -Dick Gordon söylesisi,The Connection,10-12-2004

Monday, February 13, 2006

Bugünlerde_3

Sanatin Öyküsü'nden sonra Sanat Dünyamiz'in (YKY) "Baslangicindan günümüze Türk resmi icin bir müze denemesi" baslikli sayisini karistiriyorum bugünlerde.

"Müze Denemesi" nin ne anlama geldigini Enis Batur, "Binbir Müzeden Biri" baslikli yazisinda söyle anlatiyor:

“Müze”, sözün gelişi. Ferit Edgü haklı: Bir müze böyle yapılmaz. Ali Akay haklı: Sanat ayrıştırılmamalı; bir müzede resim, yontu, yerleştirme, fotoğraf, video vb. yanyana gelmeli.
Bir derginin, buna karşılık, ‘başlangıcından günümüze' Türkiye'de resim sanatının genel serüvenini yansıtacak bir özel sayı hazırlamasında, geniş bir seçiciler kurulunun yönlendirmesiyle 600 yapıtlık bir toplamı, özellikle genç kuşak izleyicilerini, meraklılarını düşünerek yanyana getirmesinde, kendi payıma bir sakınca görmüyorum. Bu ‘tuhaf fikir' bana ait; Edgü ya da Akay gibi gerekçeli karşıçıkanlar, Adnan Çoker ya da Mehmet Güleryüz gibi (sözgelimi) gerekçeli destekleyenler olunca, binbir müze denemesinden birini gerçekleştirme yolunu seçtik.

*

The World of Traditional Music, Radio France tarafindan 2003 yilinda yayinlanmis 7 CDlik bir setten olusuyor. Her CD'nin icinde,o CD'de yer alan sarkilar ve sanatcilarla ilgili bilgiler iceren ufak bir brosür de var.
Türkiye'den Talip Özkan ve Cinuçen Tanrikorur'un parcalarina yer verilmis.

Wednesday, February 01, 2006

I Send You this Cadmium Red




Birkaç gün önce I Send You this Cadmium Red'i okudum. Bu kitap, John Berger ve sanatci dostu John Christie'nin birbirlerine yazdıkları mektuplardan olusuyor.
İki arkadas renklerle ilgili bir calisma yapmayi, belki de bir kisa film cekmeyi düsünüyorlarmis. John Christi, nasil baslasak diye düsünürken, John Berger "Sadece bir renk gönder" deyivermis ve baslamislar yazismaya.
Mektuplara ek olarak birbirlerine cesitli cizimler ve resimler de göndermisler ki, kitabin en önemli özelligi de bütün bunlarin cok güzel bir baskiyla biraraya getirilmis olmasi.
John Christie, "I send you this cadmium red" diyerek baslar ilk bölüme. John Berger kirmizinin bu tonunu "masum" olarak nitelendirir, "cocuklugun kirmizisi".
"Perhaps my favourite red is Caravaggio's. He uses it in painting after painting. (The Death of the Virgin in the Louvre for example)
The red by which you swear to love forever. The red whose father is the knife. The red which Naguib Mahfouz was thinking about in Cairo, when he wrote: "The beloved may absent herself from existence, but love does not."