Thursday, December 21, 2006

Orhan Pamuk ve Nobel

Orhan Pamuk'un kitaplarindan daha once
daha once de bahsetmistim. Nobel odulunun ardindan basinda cikan bazi soylesi ve yazilari da buraya not etmek istedim.


Nobel'e giden edebi yol (Ezgi Basaran'in Orhan Pamuk'la yaptigi soylesi,Hurriyet,10-12-2006)
Nobel ve Turkiye(Murat Belge,Radikal,12-12-2006)
Gunduz Bey ve Ogullari (Ayfer Tunç'un yaptığı bir söyleşi. Gündüz Pamuk, oğlu Orhan Pamuk'u ve Orhan Pamuk babası Gündüz Pamuk'u anlatıyor,Gunes gazetesi,4-2-1990)
Olmadi Orhan Pamuk! (Haydar Ergulen, Radikal,21-12-2006)

Friday, November 24, 2006

Bulustugumuz Yer Burasi

John Berger'in son kitabi "Here is where we meet", Cevat Capan-Gonul Capan-Muge Gursoy Sokmen cevirisiyle yayinlanmis.
Kitap, 2005te Ingiltere'de yayinlandiginda yazarin onuruna bir dizi etkinlik yapilmisti. O gunlerde biz Cezayir'deydik, kitaptan ve etkinlikten internet sayesinde haberdar olmustuk, kisa bir yazi yazmistim John Berger'la ilgili. Ayni gunlerde Turkiye'de birileri Orhan Pamuk'un kitaplarini yakma onerisiyle gundemi isgal ediyordu...


(18/4/2005 tarihinde Acik Radyo'nun internet sitesinde yayinlanmistir)

İşte Buluştuğumuz Yer


Görsel sanatlarla ilgilenip de John Berger adını duymayan yoktur. Berger’in Görme Biçimleri adlı kitabı artık bir klasik niteliğinde. Günümüzün en etkili sanat eleştirmenlerinden biri sayılan marksist düşünür, aynı zamanda şair, senaryo yazarı, romancı ve belgesel yazarı.



1926 Londra doğumlu Berger, 16 yaşında Central School of Art’a girse de 2. Dünya Savaşı yüzünden eğitimini yarıda bırakmak ve iş hayatına atılmak zorunda kalır. Çalıştığı şirkette faşizmden kaçan Avrupalı entelektüellerle - yazarlar, felsefeciler, ressamlar, tarihçiler- tanışır ve onlardan pek çok şey öğrenir. Yıllar sonra, “Üniversiteye gidemedim ama 16 yaşındayken yaşadığım o dönem benim için çok güzel bir eğitimdi” diyecektir. Kendi deyimiyle “ikinci eğitim dönemi” 70lerin başında Fransız Alpleri’nde bir köyde yaşamaya karar vermesi ile başlar. Pek çok kişi bu durumu yadırgasa, arkadaşlarından biri “napıyorsun,sen daha yaşlanmadın!” dese de kararını vermiştir. “Birden fark ettim ki, hikâyelerini yazdığım insanlar hakkında pek az şey biliyorum. Benim yabancısı olduğum yaşam şartları, pek çok insanın yaşamak zorunda kaldığı türdendi. Üstelik koşullar giderek kötüleşti. Sadece okuyarak bu insanların hayat şartlarını anlayamazsınız. İnsanın bizzat yaşaması, tecrübe etmesi gerekir.”



“Burada, samimi olduğum kişiler, çocukluklarını da burada geçirmiş olan yaşlı çiftçiler.Gençler, çoktan köyü bırakıp gitmişlerdi. Yaşlı çiftçiler benim öğretmenlerim oldular. Onlardan doğa, toprak ve mevsimler hakkında çok şey öğrendim. Hayvancılığa ve tarıma dair pek çok pratik işi ve yaşamın değerini onlardan öğrendim.” Bir zamanlar Avrupa’da adlı üçlemesini bu ortamda kaleme alan Berger, yok olmaya yüz tutan köylülüğü, köyden kente göç eden köylülerin şehirde var olma çabalarını dile getirir.



1972 yılında G. adlı romanı ile Booker ödülü kazanır. Ödülünün yarısını Kara Panterler’le paylaşacaktır. Yedinci Adam, en sevdiği kitaplarından biri. “Bir yazar olarak bana en fazla tatmin sağlayan anlardan birini İstanbul’da yaşadım. Bunun ödüllerle falan ilgisi yok. Bir arkadaşım, İstanbul’un varoşlarından birinde oturan bir ahbabını ziyarete edecekti, ben de kendisine eşlik ettim. Çay içtik,sohbet ettik ve raflardan birine gözüm takıldı; yirmi kadar kitap vardı. Birisi de Yedinci Adam’dı. O an, yazar olduğum için kendimi çok şanslı hissettim. Kitaptaki deneyim,yaşamın deneyimine erişmişti, kabul edilmiş ve dile getirilmişti.”



Yıllardır Fransız Alpleri’nde sade bir yaşam süren John Berger’dan bir hayli uzak kalan Britanyalı sanatseverler bugünlerde Londra’da yazarın onuruna bir dizi etkinlik düzenliyorlar. Yazarın henüz yayımlanmamış yeni kitabı “ Here is where we meet” (Buluştuğumuz Yer) ile aynı adı taşıyan etkinlik 11 Nisan’da başlayıp 18 Mayıs’a kadar sürüyor. Pek çok söyleşinin, performansın,film gösteriminin, münazaranın yer alacağı etkinliğe Geoff Dyer, Michael Ondaatje, Anne Michaels ve Simon McBurney gibi yazarlar da katılacak ; yazının amacını,nelere muktedir olduğunu ya da olamadığını tartışacaklar.



İnsanın şimdi Londra’da olmak vardı diyesi geliyor ya, biz şimdilik, kitap yakmaktan, kitap imha etmekten kurtulup, yazar kadri bilir bir toplum olacağımız günlerin uzakta olmadığını umalım.

Kaynaklar:

www.johnberger.org

www.sfgate.com John Berger söyleşisi,(Kenneth Baker) 06-01-2001

www.telegraph.co.uk , Sanatçının vahşi ve yaşlı bir adam olarak portresi, 23-07-2001

Thursday, November 16, 2006

Wey nehri



Bugünlerde hava bulutlu ve yagmurlu ancak bir kac gün once gokyüzü yine piril pirildi. Daha once nehir kiyisinda yaptigimiz yürüyüslerden soz etmistim. Wey nehri boyunca 32km.lik bir yürüyüs parkuru var. İster yürüyün, ister bisiklete binin veya tekne kiralayin.
On yil İstanbul'da yasadiktan sonra burada en cok hosuma giden seylerden biri bu: Evden cikip hic bir vasitaya gerek duymadan, yürüyerek , böyle bir yere ulasmak, yillanmis cinarlarin altinda soluklanmak...

Thursday, November 02, 2006

Barbican Centre'de gecirilen bir aksam

22 Ekim pazar gününe dair gecikmis bir not

Yeni bir ülkede gecirilen ilk gunlerin heyecani. Gorulecek, gezilecek ne cok yer var, dinlenecek müzikler, tadilacak tatlar, arsinlanacak sokaklar...
Pazar günü trene binmis Londra’ya giderken bunlari dusunuyorum.
Yagmur damlalari pencereleri islatiyor.
Waterloo istasyonu son durak.
Buradan metroyla Barbican Centre’a gidiyoruz.
Barbican Centre, Avrupa’nin en buyuk sanat kompleksiymis.
Sehrin gobegindeki bu devasa merkez, 1960 li yillarda insa edilmis. Tiyatrolari, cafeleri, rezidanslari,sinemalariyla Barbican Centre, BBC’nin 2003 yilinda yaptigi bir ankete gore sehrin en cirkin binasi secilmis.


Barbican Centre

İceri girer girmez saat sekizdeki Toumani Diabete konseri icin biletlerimizi aliyoruz.
Ama ondan once ucretsiz birkac konser var.
Once El Tanburi grubundan Hassah El Ashry, simsiyya denilen geleneksel bir calgiyla cikiyor sahneye. Sonra Suriyeli kanun sanatcisi Abdullah Chhaddeh grubu Nara'yla birlikte cikiyor. Sonrasinda Sierra Leonalı Abdul Tee Jay cikiyor, Bati Afrika'dan blues ezgileri.


Toumani Diabete

Yemekten sonra konser salonuna geciyoruz. Mali'li kora sanatcisi Toumani Diabete, Symmetric Orchestra'yla sahnede. Bati Afrika'nin degisik ülkelerinden gelen grup üyelerinin enerjik müzigiyle güzel bir gece geciriyoruz.
Dinlemek isterseniz soyle buyrun.

Not:Fotograflar internetten alinmistir.

Tuesday, October 17, 2006

İngiltere'den merhaba!

Yine uzun zaman oldu yazmayali.
En son temmuzda yazmisim, bugun ekimin on altisi.Neredeyse uc ay gecmis.
Haziran ayinin sonunda Soner’e buradan bir is teklifi gelmisti. Oldu mu, olacak mi, calisma izni alabilecek miyiz, vize verecekler mi, beraber gidebilecek miyiz derken, sabrimizin sınırlarını zorlayan bir bekleme suresinin ardindan 22 Eylül Cuma aksami Heathrow havaalanina indik.
Adanin guneydogusunda, Londra’ya trenle kirkbes dakika uzakliktaki Guildford’da yasiyoruz simdi.
Burasi cok az sayida apartman barindiran, yesili bol, tarihi dokusu korunmus bir sehir.
Firsat buldukca nehir kiyisinda uzun yuruyuslere cikiyoruz.

Yaklasik on gun once bir ev tuttuk, mobilyali. Yavas yavas buraya alismaya, duzenimizi oturtmaya basladik. Yine de bazi burokratik islerin tamamlanmasi biraz zaman alacak gibi.
Maalesef Bibik’i, tüy yumagimizi, bu kez Istanbul’da birakmak zorunda kaldik. İngiltere, Türkiye’den gelen hayvanlari alti ay karantinaya aliyor ne yazik ki... Onu simdiden cok ozledik.

İlk geldigimiz haftasonu Londra’ya gitmis, Soho, Covent Garden ve Trafalgar bolgesini gezmistik. Gectigimiz Cumartesi ise Tate Modern Sanat Müzesi’ne gitmek uzere yola koyulduk.
Carsten Höller'in pek populer olan kaydirak enstalasyonundan dolayi sanirim, cok kalabalikti müze.Yalnizca ilk iki kati gezdiktan sonra kalabaligin icinden siyrilarak disari attik kendimizi. Thames nehri kiyisinda yuruyus yapip dolastik.

Wednesday, July 19, 2006

Ekolojik pazar

Sali aksamindan bu yana İstanbul'dayiz.
Havalar güzel; dinlenmeye, buradaki islerimizi halletmeye calisiyoruz.


Bibik balkonda,Temmuz 2006

Cumartesi sabahi kahvaltimizi yapip yola düstük.
İstikamet Feriköydeki ekolojik halk pazariydi
Pazar henüz cok kücük olsa da, rengarenk, mis kokulu meyve ve sebzeler insanin aklini basindan aliyor, bir bakiyorsunuz eliniz kolunuz dolmus bile.
Her ürünün etiketinde, ürünün fiyatiyla beraber nereden geldigi ve hangi kurum tarafindan sertifikalandirildigi da yazili.

Ürünleri koklayip tatlarina bakabiliyorsunuz. Zaten hepsi birbirinden leziz. Üstelik fiyatlari da uygun. Örnegin domatesin kilosu 1.5 milyon, biberin kilosu bir milyon, bir bag semizotu iki milyon.

Neler neler almadik ki, sari domatesler, körpecik salataliklar, biberler, minik eksi elmalar... Görünen o ki, İstanbul'da bulundugumuz sürece bu pazara sIk
sIk gidecegiz.

Thursday, July 06, 2006

Bibik Cezayir’den bildiriyor

Baktim Isil güncellemiyor blog’unu, ben gectim bilgisayarin karsisina.
Havalar birkac gündür cok sicak burada.
Bu sicaklarda hic oyun oynayasim yok.
Isil’in yanina gidip kivriliyorum ben de.
Eskiden ayak ucuna yatardim, simdilerde karninin cevresinde yatmayi daha cok seviyorum. Isil hamileymis! Söylediklerine göre ben “abla” olacakmisim.
Ben coktaaan anlamistim zaten.
Birkac haftayi, mide bulantilari, halsizlik derken zor gecirdi ya simdi daha iyi . Ufaklik, Ocak ayinda aramiza katilacakmis. Ben anlamam ocaktan, subattan ama daha cook var. Pek bir heyecanli bizimkiler.
Sali günü yine yollara düsüyormusuz.
Of ! Yine beni su sevmedigim veterinere götürecekler, o da bana igne yapacak. Sonra ucaga binecegiz, bende hal kalmayacak! Gerci alistim ucaga binmeye ama o kalabaligi, gürültüyü kafam kaldirmiyor.
İstanbul’a gidiyoruz, yasasin! Bu evde ne balkon var, ne de disari cikmama izin var, biraz mutsuzdum o yüzden. Eve gidince yine bahceye cikip arkadasim Mavi’yle oynayacagim! Umarim beni unutmamistir. Siz Mavi’yi bilmezsiniz, bizim apartmanda yasiyor, mavi gözlü bir siyam.
İstanbul’da birkac gün kaldiktan sonra bizimkiler tatile cikacakmis. Ben evde birkac gün tek kalacagim. Isil’la Soner’i özlerim ama iyi olur bir yandan da, kafami dinlerim biraz. Merak etmeyin, daha önce de kalmistim evde tek basima. Radyoyu acik birakiyorlar, müzik falan dinliyorum. Sagolsun Yalcin gelip her gün suyumu, yemegimi veriyor. Gerci laf aramizda, ondan pek hoslanmiyorum cünkü her geldiginde benle oynamak istiyor! Neyse, ne yapalim, sayili gün cabuk gecer.
Bu günlük bu kadar olsun. Mutfaktan kokular geliyor, galiba Isil karpuz kesiyor. Karpuz, benim en sevdigim meyve, zaten bu sicakta baska sey yenmiyor. Benim simdi mutfaga gitmem lazim. Belki sonra yine yazarim.

Thursday, May 18, 2006

Kütüphane

Sevdigim yazarlarin, kitaplara, sevdikleri, selamladiklari yazarlara, kütüphanelerine iliskin yazdiklari hep ilgimi cekmistir. Yillar önce Murathan Mungan’in, "Kitapligin Önünde" başlıklı yazısını çok severek okudugumu anımsıyorum.
Ben de ara sira, kitapligimin önünde durup kitaplara bakar, düsünürken, sevdigim kitaplarin sayfalarini karistirip, henüz oku(ya)madigim kitapların zamani gelmis mi acaba diye bir irdeleme yaparken, hiç degilse alti ayda bir, ya da yilda bir kez olsun, Mungan’in o yazisini acar yeniden göz gezdiririm.

Enis Batur’un Kütüphane adli kitabi yayinlaninca almamak olmazdi.

".....Süphesiz bana deneyimlerimin sagladigi bir sigorta bilgisi var; nereye gidersem gideyim, kitapcilarin ya da kütüphanelerin bulvarlari, evden bulundugum yere uzanan sokaklarla kesisecek, biri nasilsa öbürüne cikacak. Beni yatistirmak icin, kitaplara zihnimden dokunma durumunun dogmasi yeterli: Onlari elime alamasam, sayfalarini karistirmasam da olur. Isigi yanan bir pencerenin yanindaki duvara kurulmus raflar rahatlatir icimi: Yabanci bir kentte, geceyarisi sessiz, arasokaklarda yürürken karsima cikacak bu görüntü, kabileden birinin yanindan gectigim bilgisi, gövdemin isisini korumasina yeter."

Kütüphane(Bir Baska-Labirent Öyküsü), Sel yayincilik, 2005

Monday, May 08, 2006

Koku

Kokuyla tasvir eder, kokuyla animsariz.
Yasadigimiz yerler, anilarimizda kalan kokularla birlikte yer eder bellegimizde.
Almanya deyince yeni bicilmis cim kokusu, Mersin'i düsününce iyot kokusu geliyor aklima, bir de mis kokulu portakal çiçekleri.

Cezayir deyince de kahve.
Bu ülkenin toplumsal yasaminda kahvenin cok önemli bir yeri var.
Cezayirliler, güne Fransizlar gibi kruvasan yiyip kahve icerek basliyorlar.
Burada, bizim ayak üstü bir şeyler yiyip içtiğimiz büfelere benzer kahveler var.
Yalnizca erkeklerin gittiği bu yerlerde , biraz da sokaga tasarak sohbet edip kahvelerini yudumluyorlar.

2004’te buraya ilk geldigimizde, alt katta, balkonunda kahve icen komsudan yükselen kokunun etkisiyle, cok da tiryakisi olmadigimiz halde, bir sabah meydandaki kahvenin yolunu tutmustuk.
Ben bir bankta oturup beklerken, Soner karsidaki kahveden iki bardak kahve alip gelmisti. Likor bardağına benzer küçük bardaklarda icilen bu kahve espressoya benziyor ve oldukca koyu.

Simdi bu yeni evde de, her sabah komsularin pencerelerinden süzülüp bize misafir olan kahve kokusu düsündürdü bana bunlari.
Hafizami yokluyorum da, onca yil yasadigim Istanbul'dan belli bir koku kalmamis bana sanirim. Belki bir tek Emirgan’daki ihlamurlar, temmuz ayinda ciceklenen agaclarin baygin kokusu.

Thursday, April 27, 2006

Eve yerlestik

Sonunda evimize yerlesip yavas yavas düzenimizi kurmaya basladik.
Ev cok kücük, iki odasi var. Ama öyle aydinlik ki, görür görmez sevdim burayi.
Yeni boyanmisti,temizdi, ev sahibi mobilyalari yeni alacakti, üstelik konumu da cok güzeldi.





Tuesday, April 18, 2006

Cezayir'deyiz

Eylül'de ayrilmistik, geri döndük, Cezayir'deyiz.
Önümüzdeki üc ayi burada gecirecegiz, sonrasi henüz belli degil.

Bibik'le yolculuk yapmaya alistik, sanirim o da bizim göcebe yasamimiza uyum sagladi artik, her gittigi yeri kisa sürede benimsiyor.


Bibik, 5.kattaki otel odasindan disariyi seyrediyor

Yine Hydra'da, eski semtimizde oturacagiz.
İlk geldigimiz gün esyalarimizi otele birakip biraz dolasmaya ciktik. Burada kücük bir kasaba havasi var, insanlar birbirini taniyor, selamlasiyorlar. Bizi de hatirladilar hemen, alisveris yaptigimiz esnaf, komsularimiz...

Gökyüzü yine masmavi, hava ilik.
Yemek konusunda biraz problem yasiyoruz, Cezayir mutfaginda neredeyse etsiz yemek yok. Neyse ki bizim icin özel birseyler - vejetaryen pizza, domates soslu makarna vs- hazirlamaya calisiyorlar.
Aksamlari yemekten sonra bir kafeye gidip naneli yesil cay icip yürüyüs yapip odamiza dönüyoruz.

Soner, pazar günü ise basladi. Burada haftasonu tatili persembe-cuma. Bazi isyerleri, özellikle yabanci sirketler ise cuma-cumartesi günü tatil yapiyor. Bu duruma yeniden uyum saglamam biraz zaman alacak.

Bir iki gün içinde tuttugumuz eve gecebilecegiz. Yine Fransizlardan kalma bir binada, iki odali küçücük bir ev. Sonrasinda da yavas yavas düzenimizi oturturuz.

Monday, April 03, 2006

Bibik'e dair

"Kimsenin zevkine karisilmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyecegim , ama ben, kedi sevmeyenlerle anlasamam."
Nurullah Atac

Gecen yil nisan ayinin son günlerinde yolda giderken rastlamistim ona.
Bir sepetin icinde 3 minik kedi yavrusu.
İkisi deve tüyü renginde; biri irice, biri zayif ve halsiz, ücüncü ise alacali, mavis gözlü.
Alisveristen dönüyordum, torbamda firindan yeni aldigim ekmekler vardi. O ekmeklerin kokusundan mi, sicak bir yuva arayisinda olduklarindan mi, birakmadilar beni bir süre.
Ne yapacagimi bilemedim önce. Birakip gitmeye icim elvermedi, ücünü birden eve götüremem...Acikli acikli miyavliyorlardi. Yakinda bir veteriner oldugunu hatirladim, oraya götürürsem belki onlar bu yavrulara birer yuva bulabilirlerdi. Derken beyaz önlüklü bir kadin gördüm kaldirimda. Kedilerin seslerini duyup cikmis, veterinerde calisiyormus, adi Yasmin. Ona biraktim kedileri, gidip bakkaldan süt aldim, Yasmin'e verdim ve eve döndüm.
Yaklasik on gün sonra kediler nasil diye ugradigimda ikisi ölmüs, o cakir gözlü kedi kalmisti geriye. Pek iyi görünmüyordu... Ciktim, biraz dolastim, düsündüm, Soner'i aradim, kediyi eve getirmeye karar verdik. Bilge Karasu okudugumuz günlerdi, adini Bibik koyduk.


Bibik, Haziran 2005, Cezayir

Bir hayvanla yasamak kolay sey degil.
Bir hayvanla iliski kurmak, ona sevgi ve saygi göstermek, sabirli olmak demek. Her seyden önce böyle bir iliskiye hazir olmali insan.
Bilge Karasu'ya kulak verelim yeniden:

"Unutmamak gerek; birbirimize gücümüzü göstere göstere, bu gücü karsilikli olarak, ayarlaya ayarlaya alisiriz birbirimize. Gerci insan, gücünü göstermekten biraz fazlaca hoslaniyor olabilir; en azindan, daha yolun basinda, daha güclü oldugunu anlatmak ister. Hayvanin egitimi dedigimiz sey, güc gösterisidir. Hayvani bizimle yasamaga alistiriyoruz; egitiyoruz. Ne var ki,tek yönlü görünen bu egitim de, gercekte karsiliklidir. İnsan "egitilmeye razi olmazsa, önce, hayvana aci cektirir. Sonrasini düsünmeyelim. Ortaklik bozulmustur cünkü."


Bibik, Temmuz 2005, Cezayir

Bibik'in bir yasina girdigi su günlerde hayvanlar üzerine olan düsüncelerimi gözden gecirirken, onu iyi ki bulmusuz diyorum ve daha önceleri, hatta cocukken bir hayvanla birlikte yasamadigim, yasayamadigim icin üzülüyorum bazen. Simdi simdi anliyorum ki, bir hayvanla paylasilan bir yasam, cok hos incelikler, detaylar katiyor hayatimiza.

Haydar Ergülen, kedisi Misir'dan bahisle "ben onu sevince anladim bir kedinin neleri anladigini" diyor bir yazisinda. Hayvanlari uzaktan - sokakta ya da bir baskasinin evinde- sevmekle anlasilamayacak bir sey bu. Birebir iliski icerisinde yasananlar bambaska.


Bibik, Aralik 2005, İstanbul

Kuş üzümüdür kediler,Haydar Ergülen

Kedilerin Dokuz Duygusal Cani, Jeffrey Moussaief Mason,Kitap Yayinevi

Monday, March 20, 2006

Sergilerden

İstanbul Modern'de halen devam eden iki sergi var: Kesisen Zamanlar, Türk resminin 100 yillik serüveni üzerine kurulmus. Bellek ve Ölcek ise 1950'den bugüne Türk heykelini konu ediniyor.
Gectigimiz günlerden birinde bu iki sergiyi gezmek amacıyla evden ciktik ya, dogrusu epey yorucu oldu. Heykel sergisini sona biraktigimizdan ve müzenin kapanis saati geldiginden o bölümü biraz hizli gecmek zorunda kaldik; baska bir gün yeniden ugranabilir oraya.
Aklimda en cok yer edenler İlhan Koman, Saim Bugay ve eserlerinin bulundugu bölüme "dokunabilirsiniz" ibaresi ilistirilmis olan Koray Aris oldu. Aris'in eserleri haciyatmaz formunda tasarlandigindan kücük bir ivmeyle harekete gecip sizi de oyuna davet ediyor.

Bedri- Eren Eyüboglu mektuplari ile Türk Resmi icin bir müze denemesi'nden sonra Kesisen Zamanlar'i gezmek güzel oldu.


Uyanis


Birkac gün sonra Beyoglu'nda dolasirken Yapi Kredi Binasi'nda Zühtü Müridoglu sergisine rastgeldik.


Müridoglu'nun bu figürleri cok etkiledi bizi, insan bakmaya doyamiyor sanki bu heykellere, öylesine zarifler.
Görür görmez Giacometti'nin Yürüyen Adam'i gelmisti aklima. Sonra internette Müridoğlu'yla ilgili sayfalari gözden gecirirken Cemal Süreyya'nin bir tespitine rastladim:

“… Giacometti ile arasında şöyle bir ayrım var: Giacometti yerçekimi tutkunu bir sanatçı; Zühtü Müridoğlu’nda ise bütünüyle bir gök çekimi söz konusu. Avucunu üstüne koyduğu anda malzeme çılgınca bir hareket; bir uçma sürecine girer. O hareket, yerden kopma girişimini kendisi de şu sözleriyle açıklamıştır: Kafamla ellerim aynı anda çalışmıyor; kafamın çalışmasına ellerim yetişmiyor.” (Cemal Süreyya, Cumalı Sanat Galerisi Sergi Broşürü, 1989)*

*Kaynak: www.sanalmuze.org

Sunday, March 19, 2006

Urla (16-3-2006)

Gectigimiz hafta birkac günlügüne İzmir'e cevirdik rotamizi.


Saganak yagisla gecen birkac günden sonra Persembe günü, günes bulutlarin arasindan yüzünü göstermeye baslayinca biz de Urla'ya dogru yola koyulduk.
Otobandan degil de yan yollardan, köylerden gecerek geze geze Ildır'a kadar gittik.



Bahar gelmis, agaclar yesillenmis, cicekler patlamis bile buralarda.




Aksamüstü serinlik cöküp, karnimiz da acikmaya baslayinca Ildır köyünde Manzara Kahve'ye gidip günesin batisini seyrederek odun atesinde demlenmis güzel bir cay icip eve döndük.


Monday, February 27, 2006

Bugünlerde_4


Dün gece, Bedri Rahmi-Eren Eyüboglu ciftinin 1937-1950 yillari arasinda birbirine yazdigi mektuplari okumaya basladim. İs Bankasi Kültür yayinlarindan cikan bu kitabi, ogullari Mehmed Hamdi Eyüboglu yayima hazirlamis.

İlk mektuplarda bir bucuk iki aylik ayriliklarin bile kendilerine göre olmadigini dile getirseler, en kisa sürede kavusmak, "bir yastikta kocamak" isteseler de uzun ayriliklar vardir yazgilarinda.

"Buciskam. Sana cok üzgün olarak böyle bir hayatin hic de bana göre olmadigini söylemek istiyorum. Babamlarda kalirsam, sabahlarimi kaybediyorum. Eger bizim evde kalirsam, canim Buciskam yanimda olmayinca bu sefer de kendimi feci halde yapayalniz hissediyorum. Buna ragmen, her gün evimize ugrayarak kücük bahcemizle ve sevgili kara kedimiz Negüs'ümüzle ilgileniyorum. Simdilik her sey yolunda. Herkes seni kucakliyor, öpüyor. " B.R.

Bedri Rahmi, mektuplarinda "bir aziz tasviri kadar uslu durdugunu" yazsa da, cok sevdigi Buciska'sini, Eren'i aldatir. Buciska kalbi kirik olsa da ölene kadar Gaguli'yle yasar, zor günlerinde ona destek olur.

İki sanatcinin mektuplari, hem yasadiklari dönemin hem de uzun soluklu bir yoldasligin birinci elden tanikligini yapiyor.

"Karadut" gercegi, Can Dündar, Milliyet Gazetesi, 09-03-2004

Monday, February 20, 2006


Igor Bitman,Portrait of Grandmother,1979

Pencere kenarinda, tek basina oturuyor olurdu.
Giris katindaki evin perdesi acik olur, odanin ici görünürdü: Ahsap bir dolap, duvarda siyah beyaz bir kac fotograf.
Yeniköy'den her gecisimizde gözlerimiz o eve takilirdi.
Yasli kadin, orada tek basina, boynunu bükmüs bir cicek gibi hüzünlü, dalgin otururdu.
Bir gün evin artik bos oldugunu fark ettik.

Pazar günü gecerken, onu göremeyecegimi bile bile baktim oraya.
"Yali Emlak" yaziyordu tabelalarda. Yasli kadinin evi, artik bir emlakci olmustu.

Sunday, February 19, 2006

Yürüyüs

Gecen yil, Cezayir'de en cok özledigimiz seylerden biri deniz kenarinda yürüyüse cikmakti. Afrika'nin en önemli limanlarindan biri olan Cezayir limani, öyle büyük bir alana kurulmus, sehrin denizle baglantisini öyle bir koparmis ki, sahilde söyle kisa da olsa bir yürüyüs yapabilmek, denizin kokusunu duyabilmek icin merkezden epeyce uzaklasmak gerekiyordu.Zaman zaman sehir merkezinde yürüyüslere ciksak da, sahilde veya kirlarda dogayla biraz daha yakinlasarak yapilacak yürüyüslerin yerini tutmuyordu hic biri.

Soner'le Ataköy'de oturdugumuz yillarda sahil yolundan Taksim'e kadar yürümeyi hedeflemistik bir kez. Rüzgarli, soguk bir sonbahar günüydü. Bir yerden sonra ayaklarimizda derman kalmamis, Samatya'ya geldigimizde yolun karsisina gecip bir taksiyle eve geri dönmeye karar vermistik. O yarim kalan yürüyüs, böyle uzun parkurlara biraz daha hazirlikli cikmamiz gerektigini ögretmisti bize.
Sonralari küçük termosumuz, icinde suyumuz veya cayimiz, biraz meyve veya birkac kurabiye sirt cantamizdan eksik olmayan seyler arasina girecek, kimi zaman Bogaz'da, kimi zaman Adalar'da kimi zamansa Akdeniz'de,Ege'de ciktigimiz yürüyüslerde bize eslik edecekti.

Birkac yil önce, Kayaköy'de yürüyüse cikmak istedigimiz o günesli bahar gününde, Michel, Ölüdeniz'e inen yolun bir krokisini cizmisti. Büyük Kilise'yi gectikten sonra iki tepenin arasindaki yola cikip oradan devam etmemiz gerektigini söylemis, krokinin üzerine de "sonra problem yok" yazmisti. Levissi'nin Bahceleri'nden cikip yoldaki isaretleri, isaretleri kaybettigimiz yerde ic güdülerimizi takip ede ede birkac saatte Ölüdeniz'e inmistik. Michel ve Figen'le olan irtibatimiz sonradan koptu ama o krokiyi birlikte gecirdigimiz birkac günün anisina hala saklarim.

Ne zamandir yine uzun bir yürüyüse cikmak istiyordum. Gelgelelim son bir aydir göz actirmayan soguk ve kar yüzünden, ancak bugün böyle bir firsat bulabildim.
Önce İstinye'den Rumelihisari'na yol aldim, oradan dönüp bu kez Yeniköy'e kadar gittim. Martilari seyrettim, uzaklara baktim, düsündüm, temiz havayla kucaklasan bedenimi hissettim.

Yarin ilk cemre düsüyor. Baharla birlikte adimlarimiza yeni yollar yaratacagiz demektir bu.

Saturday, February 18, 2006

Kar

Orhan Pamuk okumaya devam.Kar'a baslamak icin ilginc bir zamani secmisim. Kitaba basladigim günlerde bir yandan lapa lapa kar yagiyor, bir yandan din ve düsünce özgürlügü tartismalari bütün dünyada üzücü bir noktaya dogru gidiyordu.

Orhan Pamuk-Tuğrul Eryilmaz söylesisi,Milliyet,24-01-2002
On Trial,Orhan Pamuk, The New Yorker,19-12-2005
Orhan Pamuk -Dick Gordon söylesisi,The Connection,10-12-2004

Monday, February 13, 2006

Bugünlerde_3

Sanatin Öyküsü'nden sonra Sanat Dünyamiz'in (YKY) "Baslangicindan günümüze Türk resmi icin bir müze denemesi" baslikli sayisini karistiriyorum bugünlerde.

"Müze Denemesi" nin ne anlama geldigini Enis Batur, "Binbir Müzeden Biri" baslikli yazisinda söyle anlatiyor:

“Müze”, sözün gelişi. Ferit Edgü haklı: Bir müze böyle yapılmaz. Ali Akay haklı: Sanat ayrıştırılmamalı; bir müzede resim, yontu, yerleştirme, fotoğraf, video vb. yanyana gelmeli.
Bir derginin, buna karşılık, ‘başlangıcından günümüze' Türkiye'de resim sanatının genel serüvenini yansıtacak bir özel sayı hazırlamasında, geniş bir seçiciler kurulunun yönlendirmesiyle 600 yapıtlık bir toplamı, özellikle genç kuşak izleyicilerini, meraklılarını düşünerek yanyana getirmesinde, kendi payıma bir sakınca görmüyorum. Bu ‘tuhaf fikir' bana ait; Edgü ya da Akay gibi gerekçeli karşıçıkanlar, Adnan Çoker ya da Mehmet Güleryüz gibi (sözgelimi) gerekçeli destekleyenler olunca, binbir müze denemesinden birini gerçekleştirme yolunu seçtik.

*

The World of Traditional Music, Radio France tarafindan 2003 yilinda yayinlanmis 7 CDlik bir setten olusuyor. Her CD'nin icinde,o CD'de yer alan sarkilar ve sanatcilarla ilgili bilgiler iceren ufak bir brosür de var.
Türkiye'den Talip Özkan ve Cinuçen Tanrikorur'un parcalarina yer verilmis.

Wednesday, February 01, 2006

I Send You this Cadmium Red




Birkaç gün önce I Send You this Cadmium Red'i okudum. Bu kitap, John Berger ve sanatci dostu John Christie'nin birbirlerine yazdıkları mektuplardan olusuyor.
İki arkadas renklerle ilgili bir calisma yapmayi, belki de bir kisa film cekmeyi düsünüyorlarmis. John Christi, nasil baslasak diye düsünürken, John Berger "Sadece bir renk gönder" deyivermis ve baslamislar yazismaya.
Mektuplara ek olarak birbirlerine cesitli cizimler ve resimler de göndermisler ki, kitabin en önemli özelligi de bütün bunlarin cok güzel bir baskiyla biraraya getirilmis olmasi.
John Christie, "I send you this cadmium red" diyerek baslar ilk bölüme. John Berger kirmizinin bu tonunu "masum" olarak nitelendirir, "cocuklugun kirmizisi".
"Perhaps my favourite red is Caravaggio's. He uses it in painting after painting. (The Death of the Virgin in the Louvre for example)
The red by which you swear to love forever. The red whose father is the knife. The red which Naguib Mahfouz was thinking about in Cairo, when he wrote: "The beloved may absent herself from existence, but love does not."

Thursday, January 26, 2006

Bugünlerde_2


Paul ve Jean de Limbourg'un Berry dükü icin resimledikleri Tres Riches Heures adli kitaptan,Mayis,1410 dolaylari.Bu minyatür,saray mensuplarinin kutladigi bahar bayramini betimliyor.


Kara Kitap'tan sonra Yeni Hayat'a basladim.
Bir de Sanatin Öyküsü'ne. Sanatin öyküsünü cok akici bir dille anlatan bu kitabi bes-on yil önce okumus olmayi cok isterdim.

Tuesday, January 24, 2006

Tazumal Piramitleri, Casa Blanca ve kolonyal sehirler: Chalchuapa & Santa Ana

Pazar günü, Soner bir tura katilmis. El Salvador cok kücük bir ülke oldugundan, bir kac saatte Guatemela sinirina yaklasmislar.
Turdan fotograflar ve notlar:


Coatepeque krater gölü, 50.000 yil önce olusmus. Tepeque, Nahuat dilinde tepe demek. Coatepeque ise "Yilanli tepe" anlamina geliyor.


Kakao agaci


Maya kültürüne göre kutsal sayilan Ceiba agaci




Casa Blanca piramitleri


Chalchuapa sehrinde, Mayalarin yasadigi dönemden kalma Tazumal piramitleri


ve yemek zamani




Fasulye ezmeli mini tacolar


Kolonyal dönemden kalma Chalchuapa kilisesi







Kolonyal dönemde kurulan sehirlerin ortak özelliklerinden biri sehrin önemli yapilarinin, sehir merkezindeki meydanin etrafinda insa edilmesi. Kiliseler de bir hac isareti olusturacak sekilde konumlandiriliyor. Santa Ana sehri de bunun tipik bir örnegi. Yesil boyali bina tiyatro, sari renkli olan da belediye binasi. Tam karsida da kiliseyi görüyoruz.

1905 yilinda neo-gotik üslupla insa edilen, ülkenin en önemli katedrallerinden Santa Ana Katedrali

Sunday, January 22, 2006